Söylem Analizi: Foucault

Çağımızın en önemli düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Michel Foucault yaptığı multidisipliner çalışmaları nedeniyle; tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog ve sosyolog kimliğiyle tanınır. Foucault, ortaya koyduğu düşüncelerle postmodernizmin kurucuları arasında sayılmış ve onun ortaya koyduğu tezler, benimsensin ya benimsenmesin birçok sosyal bilimci tarafından özenle dikkate alınmıştır.

Bilginin iktidar olduğunu iddia eden Foucault, modern öznelik deneyimini bir tahakküm mekanizması olarak reddetmiş, “insanın” iki yüzyıllık tarihi olan kurgusal bir şey olduğunu söylemiş, 18. yüzyıldan önce “cinselliğin” ya da “eşcinselliğin” var olmadığını iddia etmiş, “hakikatin” söylemsel oluşumlar ve iktidar tertibatı adını verdiği toplumsal ilişkiler içerisinde gelişen tarihsel süreçte üretildiğini ortaya koymuştur.

Deliliğin Tarihi, Kliniğin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler, Bilginin Arkeolojisi, Hapishanenin Doğuşu, Cinselliğin Tarihi kitaplarının yazarı olan Foucault, aynı zamanda Collège de France’da verdiği ve ölümünden sonra yayımlanan derslerinde modern toplum, iktidar, özne, politika, bilgi gibi pek çok alanda felsefe ve sosyal bilimler alanlarında oldukça etkili olmuş ve hâlâ da etkili olmaya devam eden düşünceler ortaya atmıştır.

OKUMA -I-

SÖYLEM ANALİZİ Çelik, H – Ekşi, H

Bu çalışmada söylem analizinin nitel araştırmalarda nasıl kullanıldığı ve söylem analizinin temel ilkeleri üzerinde durulmuştur.

Söylem bir meta-eylemdir ve ideoloji, bilgi, diyalog, anlatım, beyan tarzı, müzakere, güç ve gücün mübadelesiyle eyleme dönüşen dil pratiklerine ilişkin süreç/lerdir. Söylem sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik alanlar gibi, sosyal hayatın tüm yönleri ile ilişkilidir (Sözen, 1999).

Foucault ise, söylemi daha genel, tarihi ve gelişmekte olan dil uygulamaları olarak görür (Potter & Wetherell, 1987). Foucault (1969)’a göre her birey farklıdır bu ve bu farklılık bireylerin söylemlerinin de faklı olmasına kaynaklık eder. Farklı tarihsel zaman dilimlerinde insanlık, birbirlerinden farklı kendilik maskeleri kullanmışlardır. Ve dolayısıyla her bireyin söylemi hem tarihsel açıdan hem de içinde bulunulan zaman açısından birbirinden farklıdır (Parker, 2002).

Bireyler söylem yaratamaz. Bunun yerine söylemler sosyal düzeyde mevcutturlar.

Faucault, sosyal yapıların dilin kullanımı için çeşitli kurallar oluşturduğunu ileri sürer. Bu kurallar; bireylerin sosyal yapı ve anlam arasında bağ kurmasına etki eder. Sosyal yapılar güç kazanmak ve elde ettiği bu gücü sürdürebilmek için bu sürece ihtiyaç duyar. (Potter, 1996).

Söylem ve Dil Söylem, yalnızca dille birlikte düşünülebilir ve yalnızca dil olarak mümkündür (Sözen, 1999). Söylemin önemine vurgu yapan Potter ve Wetherell (1987)’e göre, dil sosyal bir fenomendir.

Dil toplumsal ve uzlaşımsal bir kurumdur. Dil hem düşünceye hem de sese -aralarındaki bağlantıyı sağlarken- kendi biçimsel koşullarını da kabul ettirmiş olur. Saussure’e göre dil ile düşünce birbirinden ayırt edilemez.

Dil, iletişimin basit bir tanımı ya da aracı değildir aksine sosyal bir pratiktir, bir şeyleri yaratma sürecidir.  (Wood ve Kroger, 2000).

Dil/konuşma eylemleri, Habermans’ın eleştirel teorisi ile de yakından ilişkilidir. Habermas’a göre söze dökülmüş şeyler kısacası söylenenler hiçbir zaman basit birer cümle ya da söz dizini değillerdir (Cohen, Manion ve Morrison,2005).

SÖYLEM VE SÖYLEM ANALİZİNİN TEORİK TEMELLERİ

Söylemi esas alan söylem analizinin temellerine bakıldığında teorik ve uygulama açısından yapısalcılık, post-yapısalcılık, post-modernizm ve hermeneutik’ten beslendiği görülmektedir.

Yapısalcılık, temelleri Saussure tarafından atılmış ölmekte olan varoluşçuluğun yerini alan bir fikir modası olarak 1950’li yıllarda Fransa’da doğmuştur.

Dil sembolik düzeni yaratan bir iletişim aracıdır. Saussure’e göre bir dilin var olması için bir topluluğun/ cemaatin bulunması gerekir bu bağlamda dilin toplumsal varoluş dışında varlığından söz edilemez.

Post-Yapısalcılık

Post-yapısalcılığa göre her şey bir yapıdır ve bu yapının merkezi ve sınırı yoktur. Dil kendi içinde kapalı bir sistem değil açık ve esnek bir sistemdir (Orkunoğlu, 2007). Post-yapısalcı yaklaşım metin merkezli bir yaklaşımdır.

Yapısalcılık, yazarı öldürmüştür. Pos-yapısalcılık ise, bu öldürme faaliyetini genişletmiş, yazarı öldürerek metni ve okuyucuyu ön plana çıkarmıştır. Post-yapısalcı anlayışta, metni oluşturan yazar değildir, metni oluşturan okuyucudur. Post-yapısalcılığa göre her okuma, aynı zamanda yazmadır (Sözen, 1999).

Postmodernizm

Postmodernizm farklılaşan, bölünen kitlelerin kültürünü daha doğrusu “aşağı” kültürlere yönelmiş, kitle kültürlerini azizleştiren bir yaklaşımdır (Bolay, 1998).

Foucault’ya göre kimliği ve karakteriyle birey bedenler, hareketler ve istekler üzerinde uygulanan güç iktidar ilişkisinin bir ürünüdür (Arslan, 2001).

Postmodern görüşe göre felsefenin merkezinde bilinç değil, dil vardır. Gerçeklik yerini hiper-gerçekliğe bırakmıştır. Postmodernizm yazarı yıkmıştır. Metni dönüştürmüş ve okuru yeniden yönlendirmiştir (Hesapçıoğlu, 1998).

Hermeneutik

Hermeneutik, bir konuşma, yazılı kelimeler ya da resimlerden oluşan metnin ayrıntılı okunması ya da incelenmesine vurgu yapar (Neuman, 2008) ve geçmişi, dil ürünlerinin yazılı eserlerin dilini yorumlayarak anlamak, yorumlama işlevini üstlenir (Sözen, 1999).

Schleiermacher, tümün parçadan yola çıkılarak, parçanın ise tümden yola çıkılarak ve aralarında bir uyum sağlanarak anlaşılabileceğini savunur. O’na göre, hemeneutiğin ana kurallarından biri uyuşumun sağlanmasıdır ve bu uyum olmaksızın doğru anlama gerçekleşemez.

Gadamer hermeneutiği, bütün bir anlamanın karakterinin ve koşullarının felsefi araştırması olarak tanımlar ve hermeneutik etkinliğin daima bir başka dünyaya ait bir anlam bağlamını o anda içinde yaşanılan dünyaya aktarma ya da çevirme etkinliği olduğunu vurgular (Becermen, 2004).

Ricœur söylem tanımını cümleden yola çıkarak dilbilim çerçevesinde yapar. Söylem dilin konuşulduğu ve yazıldığı biçimdir. Dilin öznesi yoktur ama söylem sırasında konuşana göndermeler mevcuttur; yani kimin ne söylediği önemlidir. Ricœurcu Hermeneutik, batılı hümanist söylemin altını çizen “öteki” fikrine bağlıdır (Sözen, 1999).

SÖYLEM ANALİZİ

Söylem analizi metodolojik ve kavramsal unsurlardan meydana gelen sosyal hayata dair bir perspektif olup, söylem üzerine düşünme (teorik ve meta-teorik öğeler) ve söylemi datalaştırma yolu olarak karakterize edilir. Bu analiz yöntemi sadece geleneksel metodolojilere bir alternatif olmayıp, aynı zamanda bu metodolojilerin içine sokulmuş bakış açılarına karşı bir alternatiftir.

Etnometodolojiyi açıdan bakıldığında söylem analizi bir anlamda anlamın çeşitliliğini ve değişkenliğini araştıran ileri düzey hermeneutik ve sosyal göstergebilim olarak görülebilir (Elliott, 1996).

Söylem analizi farklı disiplinlerden (psikoloji, sosyoloji, dilbilim, antropoloji, edebiyat çalışmaları, felsefe, medya ve iletişim çalışmaları) beslenerek gelişen ve bu farklı disiplinlerin teorik bakış açılarına dayanan zırhlarla kuşatılmış bir analiz tekniğidir (Potter ve Wetherell, 1987; Tonkiss, 2006).

Söylem analizi en basit anlatımı ile dilin incelenmesidir.

Dijk (1997)’inde işaret ettiği gibi söylem analizi, söylem ya da dil kullanımının sadece biçimsel (fonolojik ya da sözdizimsel) yönü ile ilgilenmez.

Söylem analizinin temel varsayımına göre dil, eylem ve fonksiyona yönelik çevre yönelimidir.

Faucault söylemi dil ve sosyal yapılar arasındaki ilişkiye atıfta bulunarak açıklar (Potter, 1996) ve ona göre söylem;

a) sosyaldir, yani kelimler ve kelimelerin anlamları nerede, kim tarafından, kimin için kullanıldığına bağlı olarak açıklanır. Sonuç olarak kelimelerin anlamları sosyal ve kurumsal ortamlara göre değişir bu nedenle evrensel söylem diye bir şey yoktur,

b) birbiri ile çatışan farklı söylemler olabilir,

c) söylemler birbirleri ile çatışma halinde olabilecekleri gibi bir hiyerarşi içinde düzenlenmiş olarak da görülebilir. Çatışma ve hiyerarşi iktidar kullanımı ile yakından bağlantılıdır.

Foucault’nun söylem üzerindeki görüşlerini temel alan söylem analizi, geleneksel düşünme ve yazma pratiklerinin kültürel yapı içinde politik ve ideolojik amaçlara nasıl hizmet ettiğini, benzer şekilde insanların düşünme biçimlerinin ve sosyal bir varlık olarak eylemlerin nasıl sınırlandırdığına, kısıtlandığına yönelik açıklamalar getirmeyi amaç edinir (Wooffitt, 2005

Söylem analizi hakkındaki farklı yaklaşımlar, bu analizin bir sosyolengüistik çalışma, bir metin analizi, bir sosyal analiz ya da eleştirel analizden hangisi olduğu sorusunu akıllara getirir.

Özetle söylem analizi çok boyutlu, çok fonksiyonlu, tarihsel ve eleştirel bir analiz modelidir (Sözen, 1999).

Söylem Analizinin Temel Kavramları

Söylem farklılıklar şebekesidir.

Söylem analizi, metinlerin veya dilin semantik ya da sentaktik yapısını inceler ve söylemlerin hem dilbilimsel hem de sosyo-kültürel boyutlarını ele alır.

Verilen mesajların anlamının ne olduğu ortaya konulması için anlambilimsel (semantik), sözdizimsel (sentaks) ve göstergebilimsel (semiyoloji) yazılı, sözlü ve görüntülü mesaj üzerinden çözümlenmesi gereksinimi doğmuştur.

Söylem analizi sadece katı kurallar ya da ilkeler üzerinde odaklanmaz, buna ek olarak söylem içinde bireylerin neleri ihlal ettikleri, görmezden geldikleri ve muallâkta kaldıkları üzerinde de durur

Söylem analizi, söylemin etkilediği veya söylem tarafından yapılandırılan insan deneyimlerinin herhangi bir parçasıyla ilgili olabilir.

Söylem Analizinde Araştırma Süreci

Her sosyal araştırma gibi bu analiz türü de “verilere”, “analize” ve “analiz sonuçlarına” dayanır (Sözen, 1999). Söylem analizi sadece çok özel problemlerin cevaplarını aramaz, problemin hem ne olduğu ile hem de probleme ilişkin olası çözüm yollarının neler olabileceği üzerine fikirler geliştirir.

Eğer toplumsal sorunlara yönelik, ideolojik ya da politik bir çözümleme yapılması amaçlanıyorsa eleştirel söylem analizi kullanılmaktadır.

Özetle söylem analizinde biçimsel olarak yazılı hale getirilmiş her türlü kayıtsal malzeme ya da metin (haber bildirileri, firma-siyasal parti- örgüt vb… kuruluşların demeç ve bildirileri, akademik makaleler ile sosyal etkileşim niteliği taşıyan her türlü belge örneğin sohbet, odak grup tartışması, bireysel görüşme ya da medya, televizyon programları, reklamlar, dergiler, romanlar, hikayeler, vb…) araştırma konusu olabilir (Elliot, 1996).

Örnekleme Süreci

Söylem analizi kişilere ve kişi sayısına odaklı değildir, bunun yerine dil, dil kullanım biçimleri ve amaçlarına yönelik yürütülen bir nitel araştırma yöntemidir.

Söylem analizinin başarısı örneklem ölçüsü ile eşdeğer değildir. Örneklem büyüklüğünden ziyade spesifik araştırma soruları ile ilgilenir (Sözen, 1999).

Veri Toplama

Söylem analizinde genellikle veri toplamada görüşme tekniği kullanılır.

Temel amaç verilerin çeşitliliğinin teşvikidir. Geleneksel görüşme yöntemlerinde ise amaç veri tutarlılığı elde etmektir. Tutarlılık demek söylemdeki doğal olguları bulmaktır.

Bazı durumlarda veri toplama aracı olarak her ne kadar not tutma kullanılır olsa da genelde görüşme esnasında olan biteni tam anlamı (tonlama, vurgu, duraksama, tereddüt vb durumlar) ile ortaya çıkaracak olan ses kayıtlarının yapılması daha uygun bir yöntem olarak göze çarpar (Elliot, 1996; Sözen, 1999).

Veri Analizi

Söylem analizinde toplanan verilerin analizi okuma/sınıflandırma, yorumlama ve yapılandırma aşamalarını kapsamaktadır.

Genel olarak veri analizi aşamaları yorumlama, yapılandırma ve makro yapılandırmadır.

ELEŞTİREL SÖYLEM ANALİZİ

Foucault (1972),’e göre insanlar sadece söylem sınırlamaları içinde düşünebilirler. Söylem; amaç, geleneksel destekler, güç ilişkilerinin yeniden üretilmesi ve bunların ideolojik etkilerini inşa eden ifade sistemi olarak tanımlanabilir. Söylem analizinin merkezinde eleştiri vardır ve söylem analizi bu eleştirisini gelende sosyal grupların veya bireylerin gücü elde etmek ve ideolojik görüşlerini yaymak için dili nasıl kullandığı üzerine çevirir (Elliott, 1996). Eleştirel söylem analizi, güç, hâkimiyet, hegemonya, sınıf farkı, cinsiyet, ırk, ideoloji, ayrımcılık, çıkar, kazanç, yeniden oluşturma, dönüştürme, gelenek, sosyal yapı ya da sosyal düzen gibi temaları ön plana çıkaran ve araştırma alanı olarak bu konuları işleyen söylem analizi yöntemidir.

OKUMA -II-

TÜRK KADINLIĞINI ÜNLÜ BİR MAGAZİN/DEDİKODU PROGRAMINDA CANLANDIRILAN TOPLUMSAL DRAMANIN İZDÜŞÜMLERİ ÜZERİNDEN OKUMAK Süheyla Nil MUSTAFA

Bu makale, sosyal medya platformunda patlak veren bir toplumsal krizin geleneksel kitle iletişim araçlarına yayılması ve ünlülerin katıldığı bir magazin/dedikodu programında yer alıp yargılanarak çözülmesini içeren süreci, önde gelen antropolog Victor Turner’ın sunduğu kavramsal çerçeve doğrultusunda analiz etmektedir. Turner’a göre, kriz durumları toplumdaki normatif yapılar ya da hegemonik söylemler hakkında daha fazla fikir verir, çünkü normlar yerleşik hale gelir ve sosyal kriz zamanlarında savunma hatları boyunca daha görünür hale gelir.

Bu çalışma, televizyon programlarının sadece mevcut normları ve kimlikleri yeniden üretmediğini, aynı zamanda neoliberal bireysel öz güçlendirme söylemi ile geleneksel aile dayanışması söyleminin yan yana gelmesinin bir etkisi olarak Türk kadın kimliğinin geleneksel söylemsel kodlarının değiştirildiğini göstermektedir. Son olarak, kadınların neoliberal öz sorumluluk ve güçlendirme söylemiyle güçlendirilmiş gibi görünmelerine rağmen, bu gücü bireyselliklerinden ziyade aile yararına kullanmalarına izin verildiği ve bireysel arzu ve tercihleri nedeniyle kınandıkları düşünülmektedir.

Gündüz Kuşağı TV Programları ve Hegemonik Kadınlık

Ünlü kişilerle ilgili dedikodu şovlarının, Türk toplumundaki sosyal çatışmaların bir parçası olarak işlev gördüğü anlatılıyor. Ünlülerle ilgili dedikodu şovları, kamusal görüşü yansıtarak sosyal medya üzerindeki yorum ve tepkileri yansıtır. Victor Turner’ın kavramsal çerçevesi doğrultusunda, bu şovlar çağdaş Türk toplumundaki sosyal çatışmaların bir parçası olarak düşünülmelidir.

Makale, ünlü dedikodu şovlarının, özellikle Türkiye’deki hegemonik heteronormativite ve kadınlık söylemlerini nasıl yansıttığını ve yeniden ürettiğini anlamak için söylem analizi kullanmaktadır. Gündüz konuşma şovları, Türkiye’de geniş bir izleyici kitlesini bir araya getirir ve toplumsal söylemleri yeniden üretir. Bu programlar, hegemonik kadınlık ve erkeksilik söylemlerini yansıtarak Türk toplumundaki cinsiyet rollerini güçlendirir.

Ünlü kişilerle ilgili dedikodu şovlarının, Türkiye’deki kadın izleyiciler arasında özellikle ev hanımları arasında popüler olduğunu ve bu programların çoğunlukla gündüz saatlerinde yayınlandığını belirtiyor. Ünlü dedikodu şovları, evlilik programlarının sona ermesiyle daha da popülerlik kazandı ve gündüz programlarının önemli bir parçası haline geldi.

Son olarak, makale başlıkta, bu gündüz konuşma şovlarının Türkiye’deki hegemonik kadınlık söylemlerini nasıl yansıttığını ve yeniden ürettiğini anlamak için söylem analizi yaparak bu sosyal dramayı açıklamaya çalışmaktadır.

Victor Turner ve Sosyal Drama Kavramı

Zambia’daki Ndembu topluluğu üzerine yaptığı çalışmaların ardından öne çıkan sosyal antropolog Victor Turner, çatışma durumlarını “ölçek ve karmaşıklık düzeyi ne olursa olsun toplumlarda” analiz etmek üzere sosyal drama kavramını geliştirdi. Turner, sosyal çatışmanın süreçsel doğasını, sosyal drama kavramı çerçevesinde tanımlar. Turner’ın araştırmaları boyunca, Ndembu köylerinin sosyal yaşamının çatışmaya yönelik bir eğilim gösterdiğini tespit etti. Ona göre, çatışma köy topluluğu arasında yaygın bir uygulamaydı ve “gerilim patlamalarının kamusal olaylarda kendini gösterdiği” dediği “sosyal dramalar” olarak adlandırdığı durumlarla ortaya çıkıyordu.

Bu kavramsal çerçeve, bir çatışma durumunu başlangıcından, yani çatışmanın ortaya çıkmasından; daha sonra gerilimin artışı veya azalmasını takiben belirli bir sonla ya çözümle ya da başka bir krizle sona eren süreç olarak incelememize yardımcı olur. Bu nedenle, sosyal çatışma, bir hikâyenin sıralı yapısı gibi temel yapısı açısından analiz edilebilir. Turner, toplumsal drama performansı boyunca gerçekleşen dört aşamayı kolayca fark edebileceğimizi savunur.

Victor Turner’ın Sosyal Drama Kavramının Bir Türk Ünlü Dedikodu TV Programında Performansı

Makalenin yazarı Türkiye’de çok ünlü bir magazin/dedikodu TV programında yaşanan bir sosyal olayı Victor Turner’ın sosyal drama kavramı çerçevesinde değerlendirir. Bir ünlü TV sunucusunun evli bir iş adamıyla yaşadığı skandal ilişkinin ortaya çıkmasıyla başlayan olay, sosyal medyada hızla yayılarak büyük bir toplumsal krize dönüşür. Turner’ın aşamalı sosyal drama kavramını kullanarak, olayın çatışma, kriz ve çözüm aşamaları analiz edilmiş.

Metinde, olayın özellikle sosyal medya üzerinden hızlı yayılması ve yoğun tartışmaların, toplumsal drama kavramının kriz aşamasını oluşturduğu vurgulanır. Ardından, olayın toplumun normlarına ve bilincine olan etkisi incelenir. Bu süreç, olayın gündem olmasını sağlayan bir ünlü dedikodu programında regresif eylem aşamasına geçer. Programın sunucuları, olayı detaylı bir şekilde ele alarak toplumun görüşlerini yansıtır ve çatışmanın çözümüne yönelik çabaları gösterir.

Sonuç olarak, metin, sosyal dramayı yaşanan olayın içsel yapısını ortaya çıkarmak ve toplumsal normları sorgulamak için bir araç olarak kullanır. Bu bağlamda, Victor Turner’ın sosyal drama kavramı, olayın toplumsal etkilerini ve normatif yapıları anlamak için bir çerçeve sunar.

Foucault’cu Söylem Analizi

Bu makale, Michel Foucault’un söylem analizi yaklaşımını kullanarak, söylemi bir ifadeler sistemi olarak tanımlar. Foucault’a göre birey, toplumsal alandaki egemen söylemler tarafından şekillendirilen bir nesne veya bilgi kaynağıdır. Söylemler çeşitli toplumsal gruplar arasında paylaşılabilir ve bireyin öznelik kazanabilmesi için bu söylemlerle ilişkilendirilen disiplin praksisleri gereklidir. İfadeler, nesneleri ve özneleri oluşturan stratejilerle birlikte bir ağ oluşturarak anlam üretme pratiğini yürütür. Foucault’un perspektifine göre, herhangi bir söylem oluşumu, çeşitli söylemlerin birleşimi ve anlam üretimi pratiğidir. Söylem analisti, belirli bir söylem oluşumundaki kavramlar arasındaki ilişkileri ve bu oluşumun diğer söylemlerle olan bağlantılarını ortaya çıkarmaya çalışır.

Programda yayınlanan birden çok konu incelenip yorumlandığından burada tek tek yazmak istemiyorum. Sunumda daha detaylı anlatmaya çalışacağım.

Özetle, bu okuma günümüz Türk medyasındaki cinsiyet normları, heteronormativite (heteroseksüelliğin toplumsal ve doğal norm olarak kabul edilmesi veya bu kabulü içeren kültürel yapı) ve evlilik kurumuna yönelik toplumsal algıları inceleyen bir analiz sunmaktadır.

SONUÇ:

Bu makale, bir ünlü dedikodu programının bir aşk ilişkisi, boşanma ve ilgili tarafların davranışları üzerine konuştuğu bir programın farklı konu başlıklarını analiz etti. Analiz, hegemonik maskülenlik ve feminenlik söylemleriyle uyumlu olarak kadınlara sürekli bir suçlama getirildiğini ortaya koydu. Boşanma, sadece bir hukuki sorun olarak değil, aynı zamanda çağdaş Türkiye’de ahlaki normları zorlayan bir toplumsal kriz olarak tasvir ediliyor. Program, muhafazakâr heteronormativite içinde uygun feminenlik etrafında anlatılar oluşturuyor.

Analiz, kadınların neoliberal söylemde sorumlu bireyler olarak konumlandırıldığını, evlilik kurumunu sürdürme konusunda aktif bir rol almalarının beklendiğini gösterdi. Öte yandan erkekler sıkça bebekleştirilirken, kadınlar çoğu sorumluluğu omuzluyor. Söylem, bireysel güçlenmeyi dayatmasına rağmen, bunun aile lehine kullanılmasını bekliyor. Türk medyasındaki geleneksel feminen kimliğin, gündüz Talk Show’larının genelinde ve bu çalışmanın konusu olan ünlü dedikodu programında özellikle, neoliberal bireyciliğin ve aile dayanışmasının muhafazakâr söyleminin yan yana gelmesinin etkisiyle nasıl şekillendiğini ortaya koyuyor.

Görünüşte neoliberal söylemin güç verdiği kadınlar, bu gücü bireysel arzularını öncelemeleri durumunda özeleştiri ve kınama ile karşılaşacakları aile yararına kullanmaya sınırlanmış durumda. Çalışma, bir ünlü dedikodu programı bağlamında feminen kimliklerin oluşturulmasında ve sınırlanmasında neoliberal ve muhafazakâr söylemlerin karmaşık etkileşimine işaret ediyor.

OKUMA -III-

MAKBUL TÜRK KADININI POSTFEMİNİZMLE HARMANLAMAK: TELEVİZYON REKLAMLARINDAKİ HEGEMONİK TÜRK KADINLIĞININ SÖYLEM ANALİZİ Süheyla Nil MUSTAFA & Seçil ÖZAY

Tüm medya metinlerinde olduğu gibi reklamlar da toplumdaki normatif yapıları veya hegemonik söylemleri yineler ve/veya dönüştürür. Türkiye’de medya ve kadın çalışmalarında reklam çalışmalarına ilişkin literatür, çoğunlukla bu medya içeriklerinde Türkiye’deki ataerkil toplumsal yapıya paralel kadınlık rolleri ve kalıp yargılarının yeniden üretildiğini savunmaktadır. Bu açıdan reklamlar, toplumsal yapının birer türevi olarak konumlandırılmaktadır. Yeni nesil femvertising yani kadın odaklı reklamların ise kadınları güçlendirme söylemini türeterek muhafazakâr kadınlık söylemini bozduğunu iddia eden çalışmalar da çoğunluktadır. Bu çalışmada, günümüz Türkiye’sinde mevcut hegemonik kadınlık söyleminin reklamlarda yer alan anlatılar boyunca nasıl yeniden üretildiğini ve değiştirildiğini anlamak için iki televizyon reklamı Foucaultcu söylem analizi üzerinden incelenecektir.

Türkiye’de televizyonda yayınlanan reklamlar, diziler, realite programları ve benzeri medya içeriklerine ilişkin literatür çoğunlukla, bu içeriklerde Türkiye’deki hâkim ataerkil yapıya paralel olarak geleneksel kadın kimliğinin ve rollerinin yeniden üretildiğini iddia etmektedir (Coşkun, 2019; Çavdar, 2019; İlhan ve Usta, 2018; Yüksel, 2018; Kaya, 2013; Şahin Kaya, 2012; Bozkurt, 2017). Özellikle gündüz kuşağında yayınlanan televizyon programlarına ilişkin literatür, bu programların genel olarak cinsiyetçi bir söylemi paylaştığını ve Türkiye’deki hegemonik ataerkil yapı ve muhafazakâr söylem tarafından dayatılan toplumsal cinsiyet rolleri ve kadın kimliklerini yeniden ürettiğini savunmaktadır (Mustafa, 2021a: 16). Ancak, daha güncel çalışmalar, son dönemde yayınlanan dizilerde veya gündüz programlarında bu hegemonik muhafazakâr söylemin postfeminist ve neoliberal söylemler ekseninde yeniden düzenlendiğini ve yeni kadın kimliklerinin türetildiğini, böylelikle de Türkiye’de televizyon medyasında hegemonik kadın kimliğini belirleyen söylemsel formasyonun dönüştüğünü göstermektedir (Mustafa, 2021a; Mustafa, 2021c; Mustafa 2021d; Adalı-Aydın ve Aydın, 2021).

  1. Hegemonik Kadınlık Hegemonik kadınlık, bir toplumda desteklenen, yeniden üretilen ve değişen belirli bir kadın kimliği şeklidir.

Dünyada hegemonik kadınlığı ve bunun karşısında veya buna ilişkin gelişen diğer yeni kadınlıkları (femininities) veya kadınlık söylemlerini merkeze alan çalışmaların sayısı 2000li yıllarda artmaya başlamış olsa da Türkiye’deki hegemonik kadınlık ve yeni kadınlıklara dair yapılan çalışmalar halen yetersiz olup toplumsal cinsiyet çalışmalarının büyük çoğunluğu hegemonik erkeklik meselesi veya kadına atfedilen toplumsal rol ve kalıp yargılar etrafında şekillenmektedir.

  • Türkiye’de ve Dünyada Reklam Araştırmaları ve Toplumsal Cinsiyet

Ülkemizde ve dünyada kadınlara yönelik reklamlara dair yapılan çalışmaların önemli bir kısmı kadının toplumdaki geleneksel rollerini ve de ataerkil toplumsal yapıya paralel olarak hâkim kadınlık temsillerini türettiğini ortaya koymaktadır. Bu açıdan reklam içeriklerinin ataerkil toplumsal yapıyı güçlendirme veya en azından türetme işlevi vurgulanmakta ve bu bakımdan reklamlar eleştiriye tabi tutulmaktadır (Dominick ve Rauch, 1972; Courtney ve Lockeretz, 1971; Lindner, 2004). Kadınların reklamlarda temsillerini merkeze alan medya araştırmaları, reklamları ataerkil toplumsal yapının bir türevi veya kültürel metinlerdeki yansıması olarak değerlendirmektedir.

  • Femvertising Reklamlar

Yeni nesil reklam kampanyalarında kadınları güçlendirme söylemini türeten feminist temalı reklamların sayısı 2000’lerden beri hızla artmaktadır. “Femvertising” son dönemde dünya çapında Dove, Always and Barbie gibi birçok uluslararası marka tarafından sıkça kullanılmakta olan bir reklamcılık stilidir.

Femvertising, feminizm ve reklamcılık kavramlarının bir kombinasyonu olarak da düşünülmekte ve feminist reklamcılık ya da “kadın odaklı reklamcılık” olarak da adlandırılmaktadır (Dahlbeck Jalakas, 2016; Varghese ve Kumar, 2020). Büyük markalar tarafından kullanılan bu pazarlama trendi, kadınları ve kız çocuklarını güçlendirme söylemini kullanmakta ve feminist değerlerle kadın yanlısı (pro-female) mesaj ve görüntüleri içeren reklamlar türetmektedir (Varghese ve Kumar, 2020: 1). Femvertising reklamlar her ne kadar cinsiyet eşitliğini savunmakta olan “kadın gücü” temalı reklamlar olarak konumlandırılsa da mevcut feminist literatürde bu reklamcılık tarzının feminist harekete zarar verdiği ve kadınları güçlendirmekten ziyade yalnızca şirketlerin karlılığını artırmak için reklamcılıkta feminist temaları sömürdüğü ve var olan hegemonik ve ataerkil söylemleri türeten içerikler ürettiği iddia edilmektedir (Taylor vd., 2016).

  • Yeni Nesil Kadın Reklamlarında Söylemsel Formasyon: Femvertising, Postfeminizm ve Neoliberalizm

Feminizmin ya da daha doğrusu post feminizmin reklamlarda büyük şirketler tarafından bu şekilde manipülatif şekilde ve ticari amaçlara uygun olarak kullanılmasının feminist harekete zarar verebileceği ve iletilen kadın güçlendirme mesajlarının anlamsız ve boş olduğu ileri sürülmektedir (Dahlbeck Jalakas, 2016; Dinç Kırlı ve Tan Çakır, 2021; Camgöz, 2020). McRobbie (2004: 255) Post feminizmi, 1970’lerin ve 80’lerin feminist kazanımlarının baltalandığı aktif bir süreç olarak tanımlamaktadır. Bu görüşün aksine Dean (2010: 392) postfeminizmi feminizmin “evcilleştirilmesi” olarak tanımlamaktadır.

  • Araştırma Yöntemi:

Foucault ve Söylem Analizi

Foucault’ya göre, birey sürekli söylemlere maruz kalmakta ve onlar dolayımıyla düşünüp hareket etmektedir. İnsan düşünce davranışının temel unsuru olan söylem, ifadeler için bir dağılım sistemi olarak söylemsel bir oluşum veya düzen sağlamaktadır. Bu nedenle söylem, aslında bir söylemsel düzendir ve “basitçe ifadelerin düzensiz dağılımının düzenliliğidir” (Andersen, 2003: VI). Bir söylemin ana unsuru ifadedir ve ifade, sınıflandırma ve tanımlama gibi söyleme stratejileri yoluyla nesneler, özneler veya özne pozisyonları yaratır. Ayrıca, her ifade başka ifadelerle ilişki içinde bulunur veya konumlandırılır. İfadelerin bir ifadeler ağı bağlamında bir araya getirilmesi belirli bir anlam yaratmayı hedeflemektedir ki buna söyleme stratejisi denir. Bu nedenle, ifadeler mevcut ifadeleri etkinleştirir veya uygulamaya geçirir ve dahası bunları yeni bir şekilde türetir (Mustafa, 2021b).

  • Reklamların Söylemsel Analizi

Araştırmada, femvertising stratejisi kapsamında değerlendirilebilecek, Türkiye’de ulusal televizyonlarda halen yayınlanmakta olan ve özellikle kadın izleyiciyi hedef alan iki güncel reklam filmi ele alınmıştır.

  • Araştırma Örneklemi olan Reklamların Anlatıları

Araştırmanın örneklemini, farklı ürün kategorilerinde üreten iki marka olan Lay’s Cips (PepsiCo’ya ait bir marka) ve Sleepy Natural Ped firmaları tarafından farklı reklam ajansları ve yapım şirketlerine yaptırılmış iki reklam filmi -2021 yılında şarkıcı Nil Karaibrahimgil’in başrolünü üstlendiği Sleepy Naturel reklam filmi ile 2022 yılında oyuncu Demet Evgar’ın başrolünde oynadığı Lay’s reklam filmi oluşturmaktadır. Bu iki reklam filmi ilk bakışta özellikle baskın bir femvertising içeriği yansıtmasa da geleneksel kadın reklamlarından ayrıştıkları ve güncel iki kadın reklamı olmaları sebebiyle seçilmiştir. Özgür, güçlü ve başarılı kadın imajlarıyla tanınan ünlü kadınları reklam kampanyalarının merkezine almaları nedeniyle bu reklamlar da femvertising reklamı olarak değerlendirilmektedir. 2000 yılında Turkcell hazır kart reklamı için ürettiği Ben Özgürüm şarkısının ve kendisinin başrolünde oynadığı bu reklam filminin yayınlanmasından beri şarkıcı ve besteci Nil Karaibrahimgil kadınların ve kız çocuklarının özgürleştirilmesi ve güçlendirilmesi söylemlerini içeren femvertising reklamlarının başrolünde en çok tercih edilen kadınlardan biri olmuştur.

  • Türkiye’de Muhafazakâr Hegemonik Kadınlığın Kurucusu Yeşilçam Melodramlarında Doğallık/Geleneksellik Ekseninde Makbul Türk Kadını

Türkiye’de muhafazakâr geleneksel ve doğal kadınlık tanımı, modernleşerek doğal ve geleneksel “öz”den uzaklaşmış veya yabancılaşmış kadınlığa karşıt olarak tanımlanmaktadır. Foucault’nun işaret ettiği üzere tüm söylemsel ikili karşıtlıklarda hiyerarşik bir ilişki mevcuttur. Dolayısıyla yabancılaşmış/modern kadınlık, bu doğal kadınlık pozisyonunun söylemsel olarak karşısında ve hiyerarşik olarak aşağısında konumlandırılmaktadır.

Yeşilçam melodramlarında makbul kadınlığın tanımı, esas kadın ve jön yani esas erkek arasındaki aşk hikayesinin anlatısında sunulmaktadır. Buna göre, hegemonik kadınlıkla özdeşleştirilen esas kadın iyicil ve olumlu olarak rakibi olan diğer kadın karşısında ve hiyerarşik olarak daha yüksek bir söylemsel pozisyonda konumlandırılmaktadır.

Türk sinemasında 1970’lerde Batıdan uyarlanan masalların yerli uyarlamalarında da benzer muhafazakâr kadınlık kodlarının tekrarlandığı görülmektedir (Diken Yücel, 2022).

  • Postfeminizm ve Neoliberalizm Ekseninde Reklamlarda Yeni Nesil Hegemonik Kadınlık Söylemleri

Türkiye’de son dönemde ulusal televizyonlarda yayınlanan dizilerde ve gündüz programlarında bu hegemonik muhafazakâr kadınlık söyleminin postfeminist ve neoliberal söylemler ekseninde yeniden düzenlendiğini ve yeni kadın kimliklerinin türetildiğini, böylelikle de Türkiye’de televizyon medyasında hegemonik kadın kimliğini belirleyen söylemsel formasyonun dönüştüğünü göstermektedir.

  • Reklamlarda Kadının Bireyselliğinin, Bireysel Dönüşümünün ve Tercihlerinin Yüceltilmesi

 Postfeminizmi bir söylemsel formasyon olarak tanımlayan günümüz akademik çalışmalarında, postfeminist söylemin içerdiği duyarlılıkların yani söylemsel tanım, eşitlik ve karşıtlıkların dökümü sunulmaktadır. Postfeminist medya içerikleri kadınları güçlendirme politikasına paralel olarak kadınlara kendine güven kültürü (confidence culture) aşılanmaya çalışmaktadır (Gill and Orgad 2015: 330).

Kadın pedini tanıtan reklam filminde türetilen postfeminist söylem bağlamında bireysel tercihleriyle değişen kadın resmedilir ve onaylanırken, değişmeyen ve aynı kalan geleneksel kadınlığa ise bu kadınlığın ötekisi olarak söylemsel bir karşıt olarak aşağıda bir pozisyon atfedildiği anlaşılmaktadır.

  • Bireysel İyiliğin Korunması için Kadına Özdenetim ve Özsorumluluk Yüklenmesi

 Postfeminizmin neoliberal söylemin birçok unsurunu türettiği literatürde vurgulanmaktadır (Prügl, 2015: 619; Lewis vd., 2017: 217). Gill ve Scharff’a (2011: 5) göre modern toplumların vatandaşlarını yönetmek için geliştirdiği bir teknoloji olan neoliberalizm, kendi kendini yöneten, özerk ve girişimci özneler yetiştirmeyi hedeflemektedir.

Lays Fırından Cips reklamında, başroldeki kadının cips yiyerek sağlıklı beslenme ve sağlıklı yaşama normundan sapan davranışı, yine kadının kendisi tarafından fark edilip eleştirilmektedir.

Postfeminist söylem bağlamında yeniden tanımlanan hegemonik kadınlık, üst sınıflardaki kadınların tüketim yoluyla kendilerini makbul bireyler olarak kolayca tanımlamalarına imkân sağlarken, kadınlar arasındaki ekonomik eşitsizliklerin söylemsel eşitsizliklerle de pekiştirilmesine sebep olmaktadır.

  • Doğallığın Bireysel bir Tercih olarak Sunumu: Doğal Tüketim Tercihi Yoluyla Doğallığa Kavuşma Söylemi

Cips reklamında kadının geleneksel bir usulle pişirilmiş veya geleneksel olduğu iddia edilen bir gıdayı tercih etmesi, doğallık ile ilişkilendirilirken; ped reklamında ise ürünün doğal ve saf olduğu vurgusu yapılarak kadının böyle bir tercihte bulunmasının onun doğallık ile ilişkisini kuracağını vaat etmektedir. Söz konusu reklamlarda hegemonik muhafazakâr söylemde özellikle üst ve orta sınıflarla özdeşleşen, marjinal olarak tanımlanıp onaylanmayan bu özüne veya kültürüne yabancılaşmış kadın tanımı bozulmuş ve yeniden tanımlanmış olmaktadır. Her iki reklam metninde de modern kadının değişmiş veya geleneksellikten uzaklaşmış olmaktan duyduğu gerginliğe referans verilmektedir.

SONUÇ Reklam metinlerinde gitgide artan bir hızla Türkiye’de hâkim muhafazakâr kadınlığın ya da diğer bir deyişle makbul kadın tanımının, postfeminist ve neoliberal söylemlerin kadınlık tanımları ekseninde değiştirildiği görülmektedir. Postfeminizm ve liberalizm tarafından sunulan kadının bireysel tercihleri ve dönüşümünün kutsanması düşüncesi, yine üst sınıf ve genç-orta yaşlı çalışan kadınlar tarafından uygulanabilir olduğundan, dar gelirli ve yaşlı kadınları otomatik olarak bu makbul kadın tanımının dışına itmektedir.

OKUMA -IV-

POPÜLİZM VE NEOLİBERALİZM EKSENİNDE DİJİTAL ALANDA İSLAMİ CEMAAT, MÜRİT VE MÜRŞİDİN DÖNÜŞÜMÜ: ÜVEYSİLER ÖRNEĞİ Süheyla Nil MUSTAFA

Bu çalışmanın konusu olan Üveysiler ifadesi ile İslam tasavvuf geleneğinde veya tarihinde bireysel olarak kendini Üveysi olarak tanımlayan sufi dervişlerden bahsedilmemektedir. Araştırmanın konusu olan Üveysiler, 2007 yılında Muharrem Karabay tarafından İzmir’de kurulmuş olduğu anlaşılan Üveysiler cemaatinin etkisiyle bir tür Üveysilik yöntemi öğrenen ve uygulayan cemaat üyeleridir (Karanfil, 2019).

Karabay, üveyslik yolunun çığ gibi büyüdüğünü, Türkiye’deki cemaat üyelerinin sayısının elli bin kişiye ulaştığını, WhatsApp gruplarında öğretmen yetiştiren 30’ar kişilik en az 300 grubun bulunduğunu ifade ederek Üveysilerin kalabalık bir topluluğa dönüşmüş olduğunu da ifade etmektedir.

  1. Üveysilerin Sosyal Medyadaki Cemaatleşme Faaliyetleri

Üveysiler cemaatinin hem tanıtımı hem de üyeleri arasındaki iletişim ve etkileşimin sağlanması amacıyla sosyal medya platformları ve İnternet yayıncılığını son derece etkin şekilde kullanmakta olduğu görülmektedir.

  • Tasavvuf Literatüründe Üveysilik

İslam tarihinde bir düşünce ve yöntem olarak tasavvufun ilk defa hicri ikinci asrın sonlarından itibaren sistematik olarak zuhur ettiği anlaşılmaktadır (Tatlılıoğlu, 2009: 102; Öngören, 2021b). Önceleri İslam tasavvufu çoğunlukla şarkiyatçı Batılı düşünürler tarafından herhangi bir dinin gizli, batıni veya ruhani tarafına işaret eden mistisizme benzetilerek İslam mistisizmi olarak tanımlanmış, ancak “tasavvufla mistisizm arasında belirgin farklar bulunduğunun anlaşılması üzerine “sufizm” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır.” (Öngören, 2021b).

Muharrem Karabay gerek kitaplarında gerekse internet sitesinde ve sosyal medya hesaplarında Üveysilik yolunun temel unsurlarından birinin Üveysi zikri olduğunu ve bu zikrin günde iki kez sabah aydınlığında ve bir de akşam karanlığında yapılması gerektiğini beyan etmektedir. Üveysilik metodunun temel unsurlarından biri de rüyalar olduğu için geleneksel tasavvuf tarikatlarında mürşidin müridinin manevi gelişimini takip edebilmesi için gözlemlediği kıymetli araçlar olarak tasavvur edilmiş ve rüya yorumuna önem verilmiştir (Akot, 2011).

  • Yöntem

Söylem analizi konusunda farklı düşünürler tarafından sunulan yöntemler mevcut olmakla birlikte bu makalede, Michel Foucault tarafından sunulan söylem analizi yöntemi kullanılacaktır. Foucault söylemi, ifadeler için bir dağılım sistemi olan söylemsel bir oluşum veya düzen olarak tanımlar. Ancak “söylem, ifadelerden farklı bir seviyede var olan bir yapı değildir; söylemsel düzen, basitçe ifadelerin düzensiz dağılımının düzenliliğidir” (Andersen, 2003: VI)

Foucault için birey, herhangi bir toplumsal alanda hâkim olan bir söylem ve/veya bilginin nesnesinden başka bir şey değildir. Bireye söylemsel ve disipliner pratikler yoluyla dayatılan söylemsel pozisyonların dışında var olan bir öznellikten bahsedilemez (Mustafa, 2016: 150). Bir söylem, çelişkili çıkar ve hedefleri varmış gibi görünen farklı kurumsal ortamlardaki (aileler, hapishaneler, hastaneler gibi) çeşitli sosyal gruplar ve bireyler tarafından paylaşılabilir (Hall, 1992: 292-293).

  • Üveysiler Cemaatinin Tanıtım Söylemlerinin Analizi

Üveysiler cemaati lideri Muharrem Karabay’ın Youtube platformunda yayınlanan video kayıtları Michel Foucault tarafından geliştirilen söylem analizi yöntemi kullanılarak incelenmiş.

  • Söylemsel Ötekileştirme ve Kutuplaştırma: Biz ve onlar = Üveysiler ve Diğer Tarikatlar = Halk ve Elitler

Üveysiler cemaatinin Youtube platformunda yer alan konferans ve televizyon programlarına ait video kayıtlarında en sık tekrarlanan söylemsel örüntülerden birinin Üveysiler cemaatini tanımlarken yapılan diğer tarikatlarla olan farklılık vurgusu olduğu göze çarpmaktadır. Karabay söylemlerinde, Üveyslerin kimseden para almadığını, kimseyi sömürmek veya halktan faydalanmak istemediklerini vurgulamakta, Üveyslerin halka faydalı olmak için kendilerinden fedakârlık yaptıklarını sürekli beyan ederek Üveysileri diğer cemaatlerle kıyaslamaktadır.

  • Popülist Bir Söylemsel Strateji Olarak Efendiler ve Halk Karşıtlığı

Karabay’ın söylemlerinde sıklıkla kullandığı efendiler ve halk karşıtlığı söylemi ile tüm dünyada farklı politik görüşlerdeki siyasal liderler tarafından kalabalıkları etkilemek için kullanılmakta olan popülist bir söylemsel stratejiden faydalandığı söylenebilir

  • Siyasi ve Dini Elitlere Popülist Eleştiri

Karabay’ın söylemlerinde kullandığı popülist stratejinin sadece dini tarikat şeyhlerine yönelik bir eleştiri ile sınırlı olmadığı anlaşılmaktadır. Tarikat liderleri ve ileri gelenlerini eleştirirken Karabay’ın ifadelerinde “allame, koskoca profesör, şuradaki efendi” gibi ibarelerin kullanımına rastlanmakta ve bu söylemlerinde Türkiye’de son dönemde siyasal ve toplumsal bir kriz yaratmış olan “Fethullah Gülen cemaatine” ve terör örgütü şeklindeki faaliyetlerine engel olamamakla suçladığı siyasi otoriteye yönelik eleştirilere yer vermektedir.

  • Fırka-i naciye/seçilmiş cemaat olan Üveysiler ve yanlış yoldaki tarikatlar

Karabay, Üveysilerin bir cemaat veya tarikat olmadığını sıklıkla vurgulamasına rağmen bir yandan da Üveysileri İslam Peygamber’inin cennetle müjdelediği “fırka-i naciye” yani seçilmiş ve cennetlik bir cemaat olarak tanımlamaktadır. Peygamberin bir hadisinde ahir zamanda İslam ümmetinin yetmiş üç farklı fırkaya veya gruba ayrılacağını, bunlardan sadece birinin cennete gireceğini söylediği rivayet edilmiştir.

  • “Biz Cemaat Değiliz” Söylemi ve Geleneksel Tarikat Hiyerarşisinin Dönüşümü: Bireylerden Oluşan Bir Kardeşlik Olarak Yeni Nesil Cemaat

Üveysilerin bir cemaat veya tarikat olmadığı söylemi cemaatin lideri Muharrem Karabay’ın Üveysileri tanıtırken sıklıkla altını çizdiği bir husustur. Eskiden var olan doğru yoldaki tarikatların günümüzde kalmadığını ve bugünkü tarikatların hepsinin zararlı hatta kafir olduğunu söyleyerek tarikatları reddetmektedir. Ayrıca tarikatların Allah ile insanları korkutarak insanları Allah’tan uzaklaştırdığını ve eleştirel düşünceye izin vermeyerek insanların Kuran’ı anlamalarına izin vermediğini düşünmektedir (Karanfil, 2019: 39).

  • Tarikattaki Özne Pozisyonlarının Dönüşümü: Mürşit yerine Başöğretmen ve Tarikat Ehli/ Müritler yerine Üveys Öğretmenler

Muharrem Karabay cemaat veya tarikat örgütlenmesinin bireyin bireysel özgürlük ve akılcılık gibi niteliklerine ket vurmasının yanı sıra bireyin cemaat içindeki iktidarını da engellediğini söylemektedir.

  • Cemaat Liderinin İki Yüzü: Halktan/Sıradan Biri ve Sıradışı/Üstün İnsan

Muharrem Karabay kendini şeyh veya mürşit olarak tanımlamamasına rağmen kendini başöğretmen ve Üveyslik yolunun başlatıcısı olarak konumlandırarak zorunlu olarak kendini Üveysiler cemaatinin lideri konumunda tanımlamış olmaktadır. Geleneksel tarikat liderleri kendilerini bir silsileye tabi gösterir. Belli bir dini cemaat veya tarikat eğitiminden geçerler veya geçtiklerini iddia ederler. Karabay, kendinin sıradan bir insan olarak şeyhler gibi bir silsileden gelmediğini ve böyle bir tarikat eğitimi olmadığını, yetkisini bilgisini Üveyslik yoluyla doğrudan Allah’tan aldığını iddia etmektedir.

  • Neoliberal Seyri Sülük: Manevi Makamların, Dünyevi ve Ruhani Kapasitelerin Bireysel Çabayla Kazanımı

Foucault’nun söylem analizi yönteminde görüldüğü üzere söylemler her ne kadar uyumsuz veya karşıt içerikler barındırsalar da bir araya getirilerek bir söylemsel stratejiye hizmet edecek yeni bir söylemde kullanılabilirler. Üveysiler cemaatinin tanıtım söylemlerinde klasik tasavvuf öğretisi ile neoliberalizmin rasyonellik ve bireysellik söylemlerinin bitiştirildiği görülmektedir.

  • Bireysel Başarı Söylemi: “Sen De Başarabilirsin”

Karabay söylemlerinde sıklıkla Üveysilerin kimseye yani bir cemaat veya şeyhe ihtiyaç duymadan sadece basit zikirleri gündelik olarak tekrarlayarak, insanlara iyiliklerde bulunmak, Kuran okumak ve temel ibadetlere devam etmek, gördükleri rüyalarını anlamlandırmak gibi kişisel çabalar yoluyla dünyevi lütuflara ve de manevi makamlara erişeceğini vurgulamaktadır. Kişiler sıradan halktan veya eğitimsiz olsa da fırsat eşitliği vardır ve kişisel çabalarını sayesinde onlar da geleceğin velileri yani Üveysi jargonuyla öğretmenleri ve hatta başöğretmenleri olacaklardır.

Manevi Makam Arzusu ve Bireysel Hırs Sahibi Yeni Mürit

Geleneksel tasavvufi öğretide ve literatürde Allah’a doğru bir arayışa çıkmış olan müridin Allah’tan başka bir maksadının olmaması gerektiği vurgulanmakta ve müridin çabasının temelde nefsani arzularını ve hırslarını yok etmesi hedeflenmektedir.

Seyr-ü Sülûkta Rasyonelleşme ve Hız Söylemi

Manevi makamlara hızla kavuşma söylemi de Karabay’ın sıkça tekrar ettiği görülmektedir. Kişinin Üveysi cemaatine girip ilk 10, 20 veya 40 günlük zikir sonrasında hemen cennetteki evini göreceği, ardından zikri 10 seneyi geçince cennetteki evinin ve bahçesinin daha büyük olacağı, zikirde yani cemaatte geçirdiği yıllar arttıkça kişinin cennetteki lütuflarının sayısının ve niteliğinin artacağı, arzu ettiği huri veya gılmanları ve Kabe’yi göreceği, Allah ile konuşabileceği garanti edilmektedir. Kişinin çabasının manevi sonuçlarını Üveyslikte geçirdiği süreyle orantılı olarak akılcı şekilde öngörebileceği vurgulanmaktadır.

Sonuç

Üveysiler cemaatinin lideri Muharrem Karabay’ın cemaati tanıtan söylemlerinin söylem analizi yoluyla çözümlenmesi neticesinde, Üveysilerin geleneksel tasavvufi cemaatlerdeki mürit-mürşit arasındaki hiyerarşik ilişkiyi ve mürşidin sorgulanamaz otoritesini eleştirdiği, müritle mürşidin eşit konumlanan bireyler olarak hareket ettikleri daha esnek bir cemaat yapılanması olarak kendi cemaatlerini tanımladıkları görülmüştür. Tüm söylemlerde sıklıkla Üveysilik denilen bu tasavvuf yolunda ast-üst ilişkilerinin olmadığı, Allah’a kişinin kendi rüya, ilham ve manevi eğitimi yoluyla ulaşabileceği ve kişinin tasavvufi Allah’ı arayış yolculuğunu Allah’ın yardımıyla bireysel olarak tamamlayabileceği iddia edilmektedir.

Öğrenci sunumu için okunan makaleler:

Çelik, H , Ekşi, H . (2013). SÖYLEM ANALİZİ. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 27 (27) , 99-117.

Mustafa, Süheyla Nil. “Reading the Turkish Femininity through the Proceedings of a Social Drama Enacted in a Celebrity Gossip TV Program”, Discourse and Identity in Turkish Media (içinde). Peter Lang Publishing. Wien, Berlin. 2021.

Mustafa, S. N. & Ozay, S. (2022). Makbul Türk Kadınını Postfeminizmle Harmanlamak: Televizyon Reklamlarındaki Hegemonik Türk Kadınlığının Söylem Analizi. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 10 (2) , 770-797 . DOI: 10.19145/e-gifder.1113641

Mustafa, Süheyla Nil (2021). “Popülizm ve Neoliberalizm Ekseninde Dijital Alanda İslami Cemaat, Mürit ve Mürşidin Dönüşümü: Üveysiler Örneği”. Youtube Türkiye’de Kültür Siyaset ve Tüketim-2. Ahmet Güven (ed.), 1-60.