2 Ağustos “Dünya Roman Soykırımı Günü”
Tarihin tanıklık ettiği en büyük insanlık suçlarından biri olan Roman soykırımı (Porajmos), her yıl 2 Ağustos’ta anılmaktadır. Bu acı dolu günü hatırlamak ve kayıplarımızı anmak, insanlık tarihinin karanlık sayfalarını unutmamak adına büyük önem taşır.
Porajmos, yıllar öncesi başlamış ayrımcılığın sonucu olarak Romanların II.Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sı tarafından kendilerine uygulanan soykırımı ve İtalya’da faşizm sırasında çektikleri zulmü adlandırdıkları terimdir. Bu kelime Roman dilinde “ortadan kalkmak – parçalanmak” anlamına gelmektedir.
Romanlar yüzyıllardır yaşadıkları hemen her coğrafyada ayrımcılığa, zulme, köleliğe maruz kalmış, olağan suçlular, serseriler olarak damgalanmış bir ırktır. Yahudilerin aksine, Romanlar 19. ve 20. yüzyılın başlarında tüm ayrımcı yasaların kaldırılması ve diğer vatandaşlarla eşit kabul edilme yoluyla bir özgürleşme yaşamadılar. Bunun yerine, Roman karşıtı yasalar Avrupa’da yürürlükte kaldı. Yetmedi, yenileri uygulamaya konuldu. Birçok yerde Roman topluluklarının faaliyetleri ‘suçla mücadele’ bahanesiyle polis tarafından izlendi ve göçebe hayatlarından vazgeçilmeye zorlanarak ‘uygarlaştırmaya’ çalışıldılar. Bugün bu durum Avrupa, Rusya, Ortadoğu ve Kuzey Amerika’nın neredeyse tamamında aynen devam etmektedir.
Porajmos bütün insanlık aleminin utanması gereken bir uygulamadır. Porajmos kurbanı Roman sayısı tahminen en az 500.000 civarındadır ve iki dünya savaşı arasında Avrupa’da bulunan toplam Roman nüfusunun yaklaşık %25’ine eşittir. Yani Avrupa’da ikinci dünya savaşından önce hayatta olan dört Romandan biri Porajmos isimli bu zulmün kurbanı olmuştur. Holokost Avrupa’daki Yahudilere karşı Nazi Almanya’sı ile müttefikleri ve işbirlikçileri tarafından 1933 – 1945 yılları arasında devlet desteğiyle sistematik olarak gerçekleştirilen zulüm ve katliamdır. Bu söz İbranice “olah” kavramının Yunanca çevirisidir. Yunancada karşılığı “holókauston” olup “holos” (tüm, komple) ve “kaustos” (yakılmış, köz olmuş) sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur ve tamamen yakılmış, yanıp kül olmuş anlamına gelmektedir.
Savaşın patlak vermesiyle Romanlar’a getirilen kısıtlamalar arttırıldı. 16 Aralık 1942’de Himmler, tüm Çingene, melez, Roman Çingene ile Balkan kökenli ve Alman olmayan Çingene topluluklarının üyelerinin bir toplama kampına sürülmesini emretti. Romanlar ve Sintiler, tıpkı Yahudiler gibi, aralarında Łódź’un da olduğu gettolara; Dachau, Mauthausen, Jasenovac ve Auschwitz-Birkenau gibi toplama kamplarına gönderilmeye başlandılar. Bunlar içinde en öne çıkanı SS Reich Güvenlik Ana Ofisi’nin 20 Ocak 1943 tarihli emri ile Auschwitz-Birkenau kompleksi içinde kurulan Zigeunerfamilienlager, yani ‘Çingene Aile Kampı’ydı.
Auschwitz-Birkenau’da Romanlar için özel bir kampın inşası (bölüm B II e) Himmler’in 16 Aralık 1942 tarihli kararından önce başlamıştı. Yaklaşık iki yüz Sinti ve Roman’ın Buchenwald toplama kampından ilk nakliyesinin yapıldığı 26 Şubat 1943’te kampın inşaatı henüz tam olarak bitmemişti. İlk gelen gruplar bu ölüm kampının tamamlanmasında çalıştırıldılar. Naziler, Yahudilerin aksine, Roman erkek, kadın ve çocuklar birbirinden ayırmadılar. Herkes bir aradaydı. Bu yüzden kampa Zigeunerfamilienlager (Çingene Aile Kampı) adı verildi. Gelen yetişkinlerin tümünün kollarına, bebeklerin ise uyluklarına bir sayı ile Çingene olduklarını belirtmek için Zigeuner belirtmek için Z harfi dövme olarak yapılıyordu. Nazi dehümanizasyonunun en belirgin uygulamalarından biri olan bu kimliksizleştirme hareketi kampa giren herkese uygulandı. Yahudilere verildiği gibi çizgili üniformalar dağıtılmadı. Çoğu kıyafetlerini korudu. Ancak üzerine ‘Z’ yazılı bir siyah üçgen (daha sonra kahverengi olarak yeniden düzenlendi) iliştirmek zorunda bırakıldılar. Çingene Aile Kampındaki yaşam koşulları acımasızdı. Yiyecek kaynakları tamamen yetersizdi. Kısa süre içinde salgın hastalıklar baş göstermeye başladı. Bir kısmı salgın hastalıktan, bir kısmı yetersiz beslenmeden ölmeye başladılar. Öte yandan mahkûmlar SS’ler tarafından ciddi şekilde kötü muameleye maruz tutuluyordu. Gaz odalarına gönderilmeyen bir kısmı kamptaki çeşitli işkenceler sırasında hayatlarını kaybetti.
DOKTOR MENGELE VE 2 AĞUSTOS 1944 KATLİAMI
Mayıs 1943’te Dr. Josef Mengele, Auschwitz-Birkenau’ya gönderildi ve Zigeunerfamilienlager’ın de kamp doktoru oldu. “Tıbbi araştırmasının” odak noktalarından biri tek yumurta ikizleriydi. Mengele, Sinti ve Roman çocuklara özel bir ilgi duydu. Kurbanlarını acımasız deneylere ve korkunç işkencelere maruz bıraktı. Vücut parçalarını, organlarını incelemek için birçoğunu öldürdü.
Auschwitz’de herhangi bir direniş eyleminin mevcut Nazi gücü karşısında başarı kazanmasının imkansız olmasına rağmen, Sinti ve Romanların zulme karşı direnmeye, onurlarını ve insanlıklarını korumaya çalıştıkları birkaç örnek yaşandı. Bazıları Zigeunerfamilienlager’dan kaçmaya kalkıştı. Sabotaj planları yapıp, kampın dışına Roman dilinde yazılmış mesajlar göndermeye çalıştılar. Ancak en büyük direnişi kampta kendi aralarında dayanışmayı koruyup, karşılıklı yardımlaşmaya devam ederek yaptılar. Bu direnişler sonucunda alınan küçük zaferlerden biri 16 Mayıs 1944’te yaşandı. O gece çok sayıda Sinti ve Romanı gaz odalarına gönderme girişimi örgütlü direniş tarafından engellendi. Mahkumlar o gece bir transfer olacağı haberini almış, Roman erkekler SS’lere karşı savaşmaya karar vererek barikat kurmuşlardı. Bu direniş sonucunda operasyon o gece yapılmayıp ertelendi. Ne var ki, 2 Ağustos 1944 gecesi SS’leri durdurmak mümkün olmadı. Naziler o gece, Zigeunerfamilienlager’da kalan, çoğu yaşlı ve hasta kadın, çocuk ve erkeklerden oluşan yaklaşık 2900 Romana, bir miktar ekmek ve salam dağıtılarak başka bir kampa nakledilecekleri söylediler. Ancak bu direnişi önleme amacı taşıyan bir aldatmacaydı. Kamptaki herkes kamyonlara yükledi. Başka bir kampa doğru uzunca bir yolculuğa hazırlanan Sinti ve Romanlar birkaç dakika sonra hemen yakındaki gaz odalarının olduğu yerde kamyonlardan indirildiler. Kamptaki herkes gaz odalarında öldürüldü. Sabah olduğunda kamp bomboştu. Bu, Auschwitz Zigeunerfamilienlager’ın sonu oldu. On yedi aylık varlığı boyunca, yaklaşık 22.650 Roman mahkûm Zigeunerfamilienlager’a gönderilerek gaz odalarında katledildi. Kampta doğan 360 bebek de bu rakama dahildiler.
ROMANLARA KARŞI ÖNYARGILAR
Almanya’da süregelen Nazi rejimi Nazi Partisi üyesi olmayan ancak Romanlara karşı sosyal önyargıları olan birçok Almanın onayından da yararlanarak, Romanları “aşağı bir ırk” ilan etmiştir. Çünkü Nazilere göre onlar “çürümüş ırkların tehlikeli bir karışımıydı” ve bu insanlık dışı anlayışın bir sonucu olarak Nazi rejiminde Alman yetkililer onları hapse, zorunlu çalışmaya ve nihayetinde soykırıma ve hatta insanlık dışı bir uygulamayla çoğalmalarını engellemek için kısırlaştırmaya bile tabi tutmuşlardır. Ancak kısırlaştırmanın da yeterli görülmediği 1938 yılından itibaren Romanlar da Yahudilerle aynı kaderi paylaşmış ve Nazi toplama kamplarına (Shoah) kapatılmışlardır. Bu kişilerin tanınması için antisosyal anlamına gelen siyah bir üçgen ve yanında Almanca’da Roman anlamına gelen “Zigeuner” kelimesi nedeniyle “Z” harfi işaret olarak kullanılmıştır. Bu kişiler tıbbi deneylerde kobay yerine de kullanılmışlardır.
DÜNYA ROMAN SOYKIRIMI GÜNÜ
2 Ağustos “Dünya Roman Soykırımı Günü” olarak kabul edilmektedir. Nazi Almanya’sında 500 binden fazla Romanın gaz odalarında zehirlenerek, fırınlarda yakılarak, tıbbi deneylerde kullanılarak, aç bırakılarak ve kısırlaştırma işlemine tabi tutularak yok edilişlerinin “günü” dür. Ama Romanlara yapılan bu insanlık dışı uygulamalar ancak hatırlanmış;
2006 yılında Manchester Üniversitesi (İngiltere) Romanların dili konusunda araştırmalar yapmış ve morfolojik çalışmaları tamamlamıştır. Macaristan’da 9 Nisan 2006’da “Roman Birliği Partisi” siyasi hayatına başlamıştır.
2011 yılında Belgrad’da Roman kültürünü Dünya’ya tanıtmak için “Roman Sanat ve Kültür Akademisi” kurulmuştur.
UNUTULAN ROMAN SOYKIRIMI
Tarih dersi kitaplarında bile neredeyse hiç izine rastlanmayan bu soykırımın üzerinden 75 yıl geçtikten sonra ancak 2012 yılında dünyanın dört bir yanından 34 ülkeyi bir araya getiren uluslararası Holokost (Yahudi soykırımı) örgütünün nihayet unutulan Roman soykırımını da ele alarak Porajmos’ kurbanlarını her 2 Ağustos günü anması Roman halkın çok kötü etkilendiği ayrımcılıkların ve Naziler tarafından etnik temizlik amacıyla gerçekleştirilen acımasız zulmün (ancak İtalyan Roman kampları da unutulmamalıdır) gölgesinde ileriye doğru atılmış bir adımdır.
Roman ve Sinti topluluklarının soykırımı uzunca bir zamandır “unutulan Holokost” olarak tanımlanıyor. Yaşadıkları zulmün duyurulması konusundaki mücadeleleri hala devam ediyor. Bugün kulağa her ne kadar şok edici gelse de, Nürnberg mahkemelerinde Roman veya Sinti tanık olmaması uzunca bir süre Almanların bu soykırımı görmezden gelmelerine dayanak oluşturdu. Almanlar uzunca bir süre Sinti ve Roman toplulukları sabıka kayıtları yüzünden cezalandıklarını öne sürerek soykırım iddialarını reddettiler. Onların zulmü ancak 1982’de Alman makamları tarafından soykırım olarak resmen tanındı. Almanya’nın Berlin’de bir anıt açması ise otuz yıl daha sürecekti.
2 Ağustos 1944 gecesi yaşananlar 1997 yılından beri, uluslararası çapta, Holokost’un Sinti ve Roman kurbanlarının anma günü olarak kutlanıyor. 2015’te Avrupa Parlamentosu bu günü resmi olarak Avrupa Sinti – Roman Holokost Anma Günü olarak ilan etti. Ancak Roman aktivistler, yalnızca Nazilerin çaresiz kurbanları olarak hatırlanmak istemeyip, gösterilen direnişin de anılması konusunda ısrarcı oldular. Bu ısrarın sonucunda günümüzde Avrupa’da Romanlara yönelik hali hazırda devam eden ayrımcılığa karşı verilen mücadeleye ilham olması için 16 Mayıs’ı Roman Direniş Günü olarak kutlanıyor.

2 Ağustos’u hatırlamak ve anmak Roman topluluğunun maruz kaldığı çeşitli zulüm ve halen süregelen ayrımcılığa dikkat çekmeyi sağladığı için çok önemlidir.
Almanya, Yahudilere yapılan ve faşist İtalya’nın da ortak olduğu kötülüğü kabul etmesine, bunu unutmadığını anıtlar dikerek göstermesine karşın Romanlara yaptıklarını ancak 2012 yılında kabul etmiş ve bunun için anma günü tertiplemiştir.